Gözde Et Yürümesi Nasıl Anlaşılır? Güç, Beden ve Toplum Arasında Siyaset Bilimsel Bir Okuma
Bir Siyaset Bilimcinin Bakışı: Bedenin Sessiz Siyaseti
Toplumsal düzenin, kurumların ve iktidar ilişkilerinin karmaşık yapısında beden çoğu zaman unutulmuş bir aktördür. Oysa beden, iktidarın hem nesnesi hem de taşıyıcısıdır. Bir siyaset bilimci için, bir yürüyüşün ritmi, bir duruşun kararlılığı, bir bakışın süresi bile birer politik göstergedir. Gözde et yürümesi — yalnızca fiziksel bir davranış değil, aynı zamanda iktidarın vücuda kazındığı bir jesttir. Bu yürümenin nasıl anlaşıldığı, toplumun güç, norm ve değer ilişkilerinin derin bir aynasıdır.
İktidarın Görünmez Koreografisi
Her toplum, belli yürüyüş biçimlerini onaylar; bazılarını ise “uygunsuz” ilan eder. Michel Foucault’nun iktidar kuramını hatırlayalım: iktidar yalnızca yasalarla değil, bedenin disipline edilmesiyle işler. Gözde et yürümesi bu bağlamda, “uygun” bedenin toplumsal koreografisine karşı çıkan bir hareket olarak okunabilir. Yani mesele sadece “nasıl yürüdüğü” değil, kime meydan okuduğudur.
Bu yürüme biçimi, sessiz ama etkili bir siyasal eylemdir. Bir kadın, toplumun biçtiği beden normlarına karşı, kendi varoluşunu bir yürüyüşle ifade ettiğinde, o anda hem estetik hem politik bir duruş sergiler. Bu, iktidarın sınırlarını ihlal eden bir mikro direniştir.
Kurumlar, Normlar ve İdeolojik Göz
Kurumlar — okul, aile, medya, hatta sosyal medya algoritmaları — bedeni denetler. Gözde et yürümesi, bu denetim ağında “anormallik” olarak etiketlenir. Çünkü bu yürüyüş, ideolojik gözetimin radarına takılır: “fazla dikkat çekici”, “fazla özgüvenli” ya da “fazla serbest.”
Ancak bu “fazlalık”, aslında ideolojinin zayıf noktasını açığa çıkarır. Bir bedenin kendi doğallığıyla kamusal alanda yer alması, kurumsal iktidarın tanımladığı normatif beden imgesini sarsar. Toplumun gözünde sıradan bir yürüyüş bile, politik bir jesttir.
Vatandaşlık ve Beden: Kim Yürümeye Yetkilidir?
Modern vatandaşlık anlayışı, genellikle rasyonel, ölçülü, disiplinli bir birey tahayyül eder. Oysa kadın bedeni, tarih boyunca bu tahayyülün dışında tutulmuştur. Gözde et yürümesi, bu dışlanmışlığın tam karşısında durur: bir kamusal görünürlük iddiasıdır.
Bir erkek yürüdüğünde bu “doğaldır”; bir kadın aynı özgüvenle yürüdüğünde ise “niyet sorgulanır”. Peki, kamusal alanda yürümek bile bir ayrıcalık haline gelmişse, eşitlikten nasıl söz edebiliriz? Bu soru, yalnızca feminist bir mesele değil, aynı zamanda demokratik vatandaşlık anlayışının da merkezindedir.
Erkek Stratejisi ve Kadın Katılımı: Gücün İki Yüzü
Erkekler için yürümek çoğu zaman bir stratejik güç gösterisidir. Sert adımlar, dik omuzlar, yön belirleyen bir kararlılık… Bu beden dili, toplumun öğrettiği iktidar imgesinin tam karşılığıdır.
Kadınlar ise, yürüyüşlerinde daha çok etkileşim ve katılım odaklı bir siyasal jest taşır. Onların yürüyüşü, meydan okumadan çok, görünürlüğü geri alma eylemidir. Bir kadın, kendi yürüyüş ritmiyle bile “buradayım” diyebilir. Bu, demokratik bir varoluşun sessiz ama etkili ilanıdır.
Toplumsal Alanın Sahnesinde: Kimin Bedenine İzin Var?
Toplum, kamusal alanı “kimin yürüyebileceği” üzerinden yeniden inşa eder. Kimi bedenler için yollar açılır; kimileri için engeller çıkarılır. Gözde et yürümesi, bu sahnede “uygun olmayan” bir performans gibi görülür. Ama tam da bu nedenle politik bir eyleme dönüşür.
Sorulması gereken soru şudur: Bir toplum, kadınların yürüyüşünü neden tehdit olarak görür?
Bu soruya verilecek her yanıt, bizi güç ilişkilerinin kalbine götürür.
Sonuç: Yürüyüş, Sessiz Bir Devrimdir
Gözde et yürümesi, bedenin siyasetle kurduğu ilişkinin en yalın örneklerinden biridir. Beden, iktidarın en sessiz ama en güçlü anlatıcısıdır. Her adım, bir düzenin onayını ya da reddini içinde taşır.
Bir siyaset bilimcinin gözünden bakıldığında, bu yürüyüş; bireysel özgürlüğün, toplumsal cinsiyet rollerinin ve iktidar ağlarının kesişim noktasında duran bir eylemdir. Bir adım atmak, bazen bir rejimi sarsmak kadar devrimcidir.
Senin yürüyüşün kimin iktidarına meydan okuyor?